Hırant Dink öldürüldükten iki hafta sonra

Hrant Dink’i 2-3 defa televizyon açık oturum programlarından izledim.  Doğrusu ilk gördüğümde açık sözlülüğü, düşüncelerini bir polemiğe kaçmadan oldukça samimi (belki de saflığa kaçan) bir şekilde sunması ve en çok da cesareti beni şaşırtmıştı. O oturumların birisinde, aşırı sayılabilecek görüşlere sahip politikacı kökenli insanların yanında, kendilerini Atatürkçü Demokrat olarak tanımlayan, akademik kökenli kişiler de vardı. Programdan, aklımda en belirgin biçimde kalan diyalog akademik kökenli kişilerden birisiyle, Dink arasında geçmişti. Dink, kendisinin sadece ülkesinde (yani Türkiye’de) değil Ermenistan’da da sert bir şekilde eleştrildiğini, ama bütün bu eleştirilere rağmen en önemli amacının iki taraf arasında diyalog sağlamak olduğunu anlatıyordu ki, akademik kökenli kişi araya girerek (belki de bir “Freudian dil sürçmesiyle”):

“Biz, gelin koşulsuz masaya oturalım dedik ama sizin ülkeniz (Ermenistan’ı kastederek) kabul etmedi” dedi.

O sırada söz Dink’te olduğu için kamera da onun üzerindeydi, bu söz üzerine sarsıldı, duraladı. Belki de böyle bir sözü o akademisyenden hiç beklemiyordu, sadece “ben bu ülkenin vatandaşıyım, Ermenistan’ın değil” diyebildi. Akademisyen ağzından kaçtığını söyleyip, özür diledi. Biz ve “ötekiler” gizli hissini içimizden atamadıkça, Dink’in ölümünü bir vatandaşın ölümü olarak alamadıkça, sadece Türkiye’nin imajı bozulacak diye üzüldükçe, hepimiz Hrant Dink’iz sloganını anlamaya/anlatmaya çalışmanın pek bir anlamı yok.

Not:  Ogün Samast’in en aklımda kalan açıklaması da 17 yaşın saflığını, kullanılabilirliğini ortaya koyuyor:

“Bu olayın bu kadar önemli olduğunu, kendimi televizyonda görünce anladım”

Ocak 2007

Leave a comment